14 Mayıs 2012 Pazartesi


Fotografium Nikon D3200 Profesyonel Fotoğraf Makinesi Hediye Ediyor. Siz de katılın Nikon D3200Lowepro Çanta (DSLR Video Fastpack 250 AW Sırt Çantası) ve Slik Tripod (Slik 500DX Tripod) kazanma şansı elde edin.
http://goo.gl/ciXjD?ref=21 adresini ziyaret ederek detaylı bilgi alabilirsiniz.

13 Eylül 2009 Pazar

hiç yoksanda yalnız bir düşsende
aklım hep sende sende hepsende
gelmesende yalnızca beklensende aklım hepsende
ırmak olsan sulasan toprağımı benim
yıkansa suyunda derim
bir gizsense şarkımda tütsende
aklım hepsende sende
hep sendebir yolsanda hasrete çıksanda
aklım hepsende
bıçak olsan saplansan ruhuma benim
kanasa ucunda derim
bir gizsende şarkımda tütsende
aklım hepsende sende hep sende
bir yolsanda hasrete çıksanda
aklım hepsende

SABAHATTİN ALİ

SON MEKTUP

Ey yar, bu mektubu aldığın demde
Kara topraklara verdim kendimi...
Herşey bana engel oldu alemde,
Bir coşkun nehirdim, yıktım bendimi.

Benim gönlüm doğusundan deliydi;
Başka dünyaların şaşkın seliydi...
Bunun böyle olacağı belliydi...
Her şey biter sel yerine döndü mü...

Dünya durmaz, bahar olur, kış olur,
Belki senin gözün yaş olur,
Ben garibim, benim gönlüm hoş olur,
Sevdiklerim ayda yılda andı mı...

Yıldız olur sana ışık tutarım,
Bülbül olur pencerende öterim.
Yer altında belki rahat yatarım
Yer üstünde çektiklerim dindi mi...

Şimdi yaşamayı tatlı bulursun,
Koşarsın, gülersin, tez yorulursun,
Bir gün olur yine bana gelirsin
Deli gönlün yaşamağa kandı mı...

ÖYLE GÜNLER GÖRDÜM Kİ

Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp
Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp
Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.

Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,
Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.

Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,
Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.
Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle
Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:

Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar
Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.
Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar
Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.
Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda
Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı
Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda
Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı
Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,
Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi

Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı
Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam
Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,
Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam
Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur
Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur

Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,
Gözyaşları içinde seneler yürür gider.

Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,
Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman
Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.
Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman
Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.
Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.


...
Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende...
sabahattin ali..

13 Ağustos 2009 Perşembe

Diskur Nedir?

Köken: Fransızca
Söylev,söylem,nutuk,vaaz,konuşma.
Latincede "discursus"
Lugat manası: "Bir yöne doğru koşma"
Istılahta ise: Sözlü ya da yazılı iletişim, müzakere; resmi tartışma/görüşme.
Latince'den tüm avrupa dillerine bulaşmıştır.
İngilizcesi "discourse"
Fransızcası "discours" (Türkçedeki anlamı burdan gelmiş),
Almancası "diskurs" olan kelime.
Diskur çekmek :Azarlamak

9 Ağustos 2009 Pazar

Un Amour De Swann

"Benim ne kadar sıra dışı biri olduğumu bilmiyor musunuz? Aramızdaki en iyiler için; sanat, koleksiyonlarımız, bahçelerimiz birer yedekten başka bir şey değildir. Diogene gibi, fıçımızın dibinde, bir insan arıyoruz. çiçek yetiştiriyoruz ama vaktimizi bir insan ağacı yetiştirmeye harcamayı tercih ediyoruz. sanki buna değermiş gibi. Yazık ki siz buna değmezsiniz. Elveda, bayım. Bir daha birbirimizi hiç görmeyeceğiz. Bundan pişman olduğumu belirtmem onursuz bir davranış değildir. Kendimi bir victor hugo karakteri gibi hissediyorum. "Yalnızım. Dulum. Ve gece üzerime çöküyor."

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
Kaç kişi güzelliğini sevdi
Belki gerçek aşkla; belki değil

Ama bir tek kişi seni sevdi.
Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.

William Butler Yeats



ÇOCUKSUN SEN / I


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
ÇOCUKSUN SEN / II


Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun
AHMET TELLİ

Zangırt Köyü oto-soykırımının haklı nedenleri

Mehmet Can Öztürk bildirdi.....

İnsan evladının ele geçirdiği sosyal ya da siyasal gücü kullanma şekli, kişiliğinin ahlaki ve
psikolojik değerlerini ortaya koyar.
Güç/iktidar bir şekilde ruh hastası, cahil ve bağnaz kafanın eline geçtiğinde, bu gücü/iktidarı toplumun yararına kullanması ihtimali çok düşüktür.

Çünkü; sosyal veya siyasi gücü (iktidarı) eline geçiren cahil ve bağnaz kafa, insanları gücü olan ve ve olmayan şeklinde ikiye ayırıp, sadece güçlünün gücüne saygı duyar.

Kendisinin onaylamadığı, ‘ahlak dışı’ bulduğu gruplarla muhatap olurken de gücünü/iktidarını kötüye kullanır. Onaylamadığı güçsüz gruplar; kredi kartı borcunu ödeyemeyen kifayetsizler de (!) olabilir, içki içenler de, mini etek giyenler vs. de.

Güç/iktidar sahibi bağnaz, gücünü en fazla psikolojik olarak sorunlu olduğu alanlarda kötüye kullanır.

İslamiyetin dayattığı otoriteryen ahlak, toplumun bazı kesimlerini ‘ahlaksız’ olarak etiketlerken, güç/ iktidar sahiplerine gücü kötüye kullanma yetkisi verir.


Uzun lafın kısası; aslında insan evladını iktidar bozmaz, iktidar ancak varolan erdemlerini ya da arızalarını ortaya çıkartır. O sebepten;

Zangırt köyünün kendi akrabalarına soykırım yapan katil adamlarını,

Mustafa Erdoğan’ın dansçısını nasıl olup da tokatladığını,

Tunceli Valisi’ne ‘hazzzrol’ da durmayan öğretmeni korumaların neden dövdüğünü,

Akepe’li Belediye Meclis Üyesi’nin gazeteciye nasıl olup da sille tokat girişebildiğini,

Recep Bey’in durup durup vatandaşa neden kafa attığını çözebilmek için;

Türkiye’de ‘gücün (iktidarın) kötüye kullanılması (power abuse)’ , ‘yetki aşımı’ , ‘güçlünün zayıfı ezmesi (bullying)’, ‘psikolojik yıldırma(mobbing)’ kavramlarının imanına kadar deşilmesi, konuşulması gerekir .

Bizim memlekette (TSK hariç), Cumhurbaşkanından tut dolmuş şoföründen çık, analık-babalıktan tut medya patronluğundan çık, aklına gelen gelmeyen hiç kimsenin yaptığı işin sınırları belirgin çizgilerle çizilmemiştir (CB’nın görev süresi bile yeni belli oldu). Herkes kendisinin (ya da kurumunun) görev tanımını işine geldiği şekilde esnetip daraltabilir.

Görevi kızını en donanımlı şekilde hayata hazırlamak olan baba, kendisine ‘görev daraltma’ operasyonu yapar, babalığı ‘kızlık zarı koruması’na indirgeyerek yorumlar. Kendi işini kolaylaştırır.

Adam yolsuzluğu, hırsızlığıyla ünlü bir partinin bilmemne ilçe başkanlığına seçilir. Yetkilerinin sınırlarını esnete esnete egosunu öyle bir şişirir ki, altı ay sonra gör tanıyamazsın. Sanırsın Kraliçe Elizabeth sömürgeye Genel Vali göndermiş.

Toplumsal hayatımızın üç değişmez kuralı vardır: Keyfilik (kuralsızlık), haddini bilmeme ve olduğundan daha yetkili bir pozisyonda görünme. Üçünün de kanuni müeyyidesi yoktur.

Adam hastanede paspasçıdır, yeşil önlüğü giydiği gibi (doğumhane kapısında) cerrah pozunda gezinir. Adam konsoloslukta sekreterdir, restorana ‘Konsolos Bey’ adına rezervasyon yaptırır. Adam otobüs şoförüdür, üniforması pilot üniformasının aynısı, unvanı ‘kaptan pilot’tur. Adam başbakandır, protokolde kendisinden önce gelene dirsek atıp devlet başkanlarıyla Bir Numara imiş gibi muhatap olmak ister.

Adam ölü yıkayıcıdır, vaizdir, 'bilim, sanat, eğitim, veya atletizmde olağanüstü yeteneği ulusal ve uluslararası alanda ispatlanmış özel yetenek ‘ kontenjanından Amerikan vizesi almak ister.

Adam ferah fahur seks yapabilmek için tarikat kurmuştur, müridlerinin yazdıkları/çevirdikleriyle kuşe kapak kitap basıp ‘akademisyen’ donuna bürünmeye çalışır.

Bu cins adem, artık açıktan kendisine ‘profesör’ unvanı da veremeyeceğine göre, bari ‘hoca’ dedirtir ki, hem islamcı kesime mesajını çakar, hem akademisyenlik mastürbasyonunu yapar.

Bu tür insan evladı, psikolojik sorunlarından dolayı aşağılık kompleksiyle boğuşurken, güç-iktidar adına eline silah dahil ne geçirirse, aynada gördüğü zayıf imajını güçlendirmek için kullanır. İktidarlarını kanıtlanmış yetenekler, beceriler üzerine kuramayanlar, temelsiz, haybeden bir kibir/gurur üzerine kurarlar.

Avam arasında en yaygın hitap şekillerinin ‘Müdürüm’, ‘Şefim’, ‘Amirim’, ‘Reis’ vs. olması, ahalinin birbirinin ‘unvan/makam/güç-iktidar’ açlığını bilip, birbirinin egosunu okşamasındandır. Namus davaları da bu haybeden gurur - onur boku kategorisindedir.

Bu afra tafra, yetki aşımı, gücün kötüye kullanılması, zayıfı ezme, altındakini psikolojik yıldırma, olduğundan farklı ve üstün görünme yoluyla kendini ispatlama çabası, içinde büyük ölçüde sadizm de barındırır.

Adam tutar ‘Ergenlik yaşı 9-10’a indi’ diye beyan verir, hiç birimiz çıkıp ‘Kardeşim biyolog musun? Paleontolog musun? Evrim sürecinde böyle bir değişim oldu da bunu tesbit etmek de sana mı nasip oldu?’ diye sormayız.

Recep Bey de imam hatip üstü iktisat (ki pilav üstü kuru değil de daha bir taşlı bulgur üstü kurtlu mercimek durumdur) okumuştur ama mikrofonlara ‘Ben Savcıyım’ der.

İnsan evladının bilgisinin ve yetkisinin sınırlarını, yani haddini aşmasının hergün sonsuz sayıda örnekleriyle karşılaşırız.

Mesela, bencileyin domestik bir ev kadınının köşe yazarı olmaya kalkması da bu ‘haddini bilmeme’ faslındandır. Kanuni müeyyidesi yoktur, legaldir.

Derin devlet’ dedikleri de esasen budur. Kamu’daki ruh sağlığı bozuk bazı fındık beyinli adamların entelektüel sığlığı... işlerinin sınırlarını ‘kriminal’ tanımına girecek ölçüde esnetmeleri... kendilerinde asla olmayan yetkileri vehmedip, görev sınırlarının belirsizliğinden istifade ellerindeki gücü (iktidarı) kötüye kullanmaları...kuralsız keyfilik... sadizm... büyük görünme arzusu ve bu yaptıklarının bir müeyyidesi olmadığını bilmeleri. Bence derin devlet başka birşey değildir.

Bence ‘hasta’ devlet de bu!

Bu itibarla, Mardin Zangırt Köyü’ndeki ufak çaplı soykırımın katilleri; yetki aşımı, gücün kötüye kullanımı, güçlünün güçsüzü ezmesi, psikolojik yıldırma kombinasyonunun en uç ve en vahim örnekleridir.

Fakaaaaat, bu ülkeyi yedi yıldır;

halktan (YSK’nın bilgisayar verilerini parmaklayıp) aldığı yetkinin sınırlarını sürekli aşarak iktidarda kalabilen,

gücünü (iktidarını) kendisinin ve yakınlarının maddi menfaatleri için kullanan,

keyfi ve anlık kararlarla yalpalaya yalpalaya Türkiye’yi yönetmeye çalışan,

güçsüz bellediğini ezen-sindiren-azarlayan-kovan,

muhalifler üzerinde dalga dalga psikolojik yıldırma operasyonları yapan bir partinin yönettiğini düşündüğümüzde, Zangırt köyü katliamı basit bir ‘gücün (bu durumda verilen silahın) kötüye kullanılması’ olayı olarak da değerlendirilebilir. Dansçının tokatlanması, öğretmenin, gazetecinin dövülmesi, vatandaşa sövülmesi gibi basit bir güç suistimali olayı.

Yazının başında, ruh sağlığı bozuk, bilgisiz ve bağnaz kafanın, eline geçirdiği gücü toplum yararına kullanması ihtimali çok düşüktürdemişiz. Vazgeçiyoruz ‘imkansızdır’ diyoruz.
http://www.karaozu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=331

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Küller ve KAR





Bu anda bana gelirsen,
dakikaların saat olur,
saatlerin gün,
ve günlerin bir ömür olur.

Fillerin Prensesine...
Tam bir yıl önce kayboldum.
O gün bir mektup aldım.
Beni fillerle yaşamımın başladığı yere
geri çağırıyordu.
Lütfen aramızda bir yıldır süren
sessizlik için beni bağışla.
Bu mektup sessizliği kırdı.
Sana yazacağım 365 mektubun ilki.
herbir sessizlik günü için bir tane.
Asla bu mektuplardaki kendimden
fazlası olmayacağım.
Bunlar benim kuş yolu haritalarım.
ve bunlar doğru olacağını
bildiklerimin hepsi.
Herşeyi hatırlayacaksın.
Herşey öncesi gibi olacak.
Zamanın başlangıçında,
gökyüzü uçan fillerle doluydu.
Her gece gökyüzünde aynı yere yatıyorlardı.
Ve bir gözleri açık hayal kuruyorlardı.
Eğer gece yukarıdaki
yıldızlara bakarsanız...
bir gözleri açık uyuyan fillerin
ışıldayan gözlerini görürsünüz.
En iyisi bizi izlemeye devam edin.
Evim yandığından beri
ayı daha net görüyorum.
İçime düşen tüm cennetlere bakıyorum.
Ellerimle tuttuğum cennetler gördüm,
fakat bıraktım.
Tutamadığım sözler gördüm.
Azaltamadığım acılar...
İyileştiremediğim yaralar...
Dökemediğim gözyaşları...
Kederlenemediğim ölümler gördüm.
Karşılık veremediğim dualar...
Açmadığım kapılar...
Kapatmadığım kapılar...
ve yaşamadığım hayaller...
Kabul edemediğim,
bana sunulanların hepsini gördüm.
Arzu ettiğim,
fakat asla almadığım mektuplar gördüm.
Olabileceklerin tümünü gördüm,
fakat asla olmayacak...
Hortumunu yukarı kaldırmış bir fil
yıldızlara bir mektuptur.
Balinanın suda sıçraması
denizin dibinden bir mektuptur.
Bu imgeler hayallerime bir mektuptur.
Bu mektuplar sana olan mektuplarımdır.
Kalbim pencereleri yıllardır açılmamış
eski bir ev gibidir.
Fakat şimdi pencerelerin
açıldığını duyuyorum.
Turnaların Himalayaların
eriyen karlarının üstünde...
yüzdüğünü hatırlıyorum.
Deniz ayısının kuyruğunda uyumak...
Sakallı fokların şarkısı...
Zebranın havlaması...
Kumun çıtırdamaları...
Karakulakların kulakları...
Fillerin egemenliği...
Balinaların suda sıçraması...
ve boğa antilopunun silueti...
meerkat'in ayak parmağının
kıvrımını hatırlıyorum.
Gange nehrinde yüzmek...
Nil'de gemi yolculuğu...
Hatshepsut kolidorlarında dolaşmayı ve
birçok kadının yüzünü hatırlıyorum.
Sonsuz denizler ve binlerce mil nehirler...
Babalar ile çocuklar hatırlıyorum...
ve tadı...hatırlıyorum...
ve şeftalinin kabuğunu soymayı...
Herşeyi hatırlıyorum.
Fakat geride bırakılanları
hiç hatırlamıyorum.
rüyalarını hatırla...
hatırla...
Savanna fillerini daha uzun izledikçe,
daha fazla dinledikçe,
daha fazla açtıkça,...
bana kim olduğumu hatırlatıyorlar.
Koruyucu filler, doğa orkestrasının
tüm müzisyenleri ile birlikte...
çalışma isteğimi duyabilir mi?
Filin gözlerinden görmek istiyorum.
Adımları olmayan dansa katılmak istiyorum.
Dansın kendisi olmak istiyorum.
Eğer daha yakına gelir veya
daha uzağa gidersen söyleyemem.
Yüzüne baktığımda bulduğum
huzuru özlüyorum.
Eğer şimdi yüzün bana dönerse,
kaybolduğunu sandığım yüzü
tekrar bulmam belki daha kolay olur.
kendimin.
Tüy ateşe
ateş kana
kan kemiğe
kemik iliğe
ilik küllere
küller kara
Balinalar şarkı söylemiyor,
çünkü bir cevapları var.
Şarkı söylüyorlar,
çünkü bir şarkıları var.
Ne önemlidir,
sayfada yazılı olan değil,
Önemli olan,
gönülde ne yazılı olduğudur.
Haydi mektupları yak
ve küllerini kara ser.
Nehrin kenarında,
bahar geldiğinde ve kar eridiğinde
ve nehir yükseldiğinde kıyısına geri dön.
ve kapalı gözlerinle
mektuplarımı tekrar oku.
Bırak kelimeler ve imgeler vücudunu
dalgalar gibi yıkasın.
Ellerinle kulaklarını kapa
ve mektupları tekrar oku.
Cennet müziklerini dinle.
sayfa, sonraki sayfa, sonraki sayfa...
Kuşun yolundan uç.
Uç...
Uç...
Uç...


(Gregory Colbert’in 2005 yapımı Belgesel Sunumu

Shakespeare'den Seçmeler













HAMLET

Bütün mesele hazır olmakta..
serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz.bütün mesele hazır olmakta.madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar, ne olacaksa olsun!


-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.
24. SONE

Gözlerim ressam rolünü aldı ve kabartma çizgilerle,
Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı;
Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte;
Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı.
Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan,
Ressamın içine bakıp hünerini orda görmelisin;
Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan,
Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın.
İşte bak, gözler gözler için neler yapıyor!
Gözlerim senin şeklini çizdi, seninkilerse,
Gönlüme açılan birer pencere; güneş de bayılıyor
Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde.
Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var:
Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar.

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.
130. SONE

"Günese hiç benzemez sevdicegimin gözleri;
Mercan önde gider kirmizilikta, dudaklarindan:
Eger kar beyaz tabir edilirse, onun koynu gri;
Eger saça tel denirse, kapkara teller büyür basindan.
Çok gördüm pembe, beyaz, kirmizi güller,
Ama izi bile yoktur onun yanaklarinda o güllerin;
Ve bazi kokular eminim çok daha güzeller
Aci kokusundan, ondan yükselen nefesin.
Severim onu konusurken dinlemeyi, ama bilirim
Müzigin kulaga çok daha hos gelen bir tinisi var:
Emin olun öyle yürüyen bir ilahe hiç görmedim;
Benim sevdicegim yürürken yeri gögü sallar.
Ve fakat, tanri sahit olsun ki benim askim nadirdir
O, saçma sapan benzetmelerle tarif edilemeyendir."

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.

Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,
Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,
Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı
Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:
O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,
Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;
Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,
Bencil utancıyla israfa övgüdür bu.
Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara
"Benim güzel çocuğum beni kurtarır" dersen
"Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra."
Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!
O, sen yaşlandığında yeniler varlığını
Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.
66. SONE


Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.
TABRI BENİ İLK BAŞTA SANA KUL YAPTI


Tanrı beni ilk başta sana kul yaptı, sonra
Keyfine el koymayı kurmamı yasak etti.
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara;
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.