15 Temmuz 2009 Çarşamba

Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi
Kaç kişi güzelliğini sevdi
Belki gerçek aşkla; belki değil

Ama bir tek kişi seni sevdi.
Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi.

William Butler Yeats



ÇOCUKSUN SEN / I


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
ÇOCUKSUN SEN / II


Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun
AHMET TELLİ

Zangırt Köyü oto-soykırımının haklı nedenleri

Mehmet Can Öztürk bildirdi.....

İnsan evladının ele geçirdiği sosyal ya da siyasal gücü kullanma şekli, kişiliğinin ahlaki ve
psikolojik değerlerini ortaya koyar.
Güç/iktidar bir şekilde ruh hastası, cahil ve bağnaz kafanın eline geçtiğinde, bu gücü/iktidarı toplumun yararına kullanması ihtimali çok düşüktür.

Çünkü; sosyal veya siyasi gücü (iktidarı) eline geçiren cahil ve bağnaz kafa, insanları gücü olan ve ve olmayan şeklinde ikiye ayırıp, sadece güçlünün gücüne saygı duyar.

Kendisinin onaylamadığı, ‘ahlak dışı’ bulduğu gruplarla muhatap olurken de gücünü/iktidarını kötüye kullanır. Onaylamadığı güçsüz gruplar; kredi kartı borcunu ödeyemeyen kifayetsizler de (!) olabilir, içki içenler de, mini etek giyenler vs. de.

Güç/iktidar sahibi bağnaz, gücünü en fazla psikolojik olarak sorunlu olduğu alanlarda kötüye kullanır.

İslamiyetin dayattığı otoriteryen ahlak, toplumun bazı kesimlerini ‘ahlaksız’ olarak etiketlerken, güç/ iktidar sahiplerine gücü kötüye kullanma yetkisi verir.


Uzun lafın kısası; aslında insan evladını iktidar bozmaz, iktidar ancak varolan erdemlerini ya da arızalarını ortaya çıkartır. O sebepten;

Zangırt köyünün kendi akrabalarına soykırım yapan katil adamlarını,

Mustafa Erdoğan’ın dansçısını nasıl olup da tokatladığını,

Tunceli Valisi’ne ‘hazzzrol’ da durmayan öğretmeni korumaların neden dövdüğünü,

Akepe’li Belediye Meclis Üyesi’nin gazeteciye nasıl olup da sille tokat girişebildiğini,

Recep Bey’in durup durup vatandaşa neden kafa attığını çözebilmek için;

Türkiye’de ‘gücün (iktidarın) kötüye kullanılması (power abuse)’ , ‘yetki aşımı’ , ‘güçlünün zayıfı ezmesi (bullying)’, ‘psikolojik yıldırma(mobbing)’ kavramlarının imanına kadar deşilmesi, konuşulması gerekir .

Bizim memlekette (TSK hariç), Cumhurbaşkanından tut dolmuş şoföründen çık, analık-babalıktan tut medya patronluğundan çık, aklına gelen gelmeyen hiç kimsenin yaptığı işin sınırları belirgin çizgilerle çizilmemiştir (CB’nın görev süresi bile yeni belli oldu). Herkes kendisinin (ya da kurumunun) görev tanımını işine geldiği şekilde esnetip daraltabilir.

Görevi kızını en donanımlı şekilde hayata hazırlamak olan baba, kendisine ‘görev daraltma’ operasyonu yapar, babalığı ‘kızlık zarı koruması’na indirgeyerek yorumlar. Kendi işini kolaylaştırır.

Adam yolsuzluğu, hırsızlığıyla ünlü bir partinin bilmemne ilçe başkanlığına seçilir. Yetkilerinin sınırlarını esnete esnete egosunu öyle bir şişirir ki, altı ay sonra gör tanıyamazsın. Sanırsın Kraliçe Elizabeth sömürgeye Genel Vali göndermiş.

Toplumsal hayatımızın üç değişmez kuralı vardır: Keyfilik (kuralsızlık), haddini bilmeme ve olduğundan daha yetkili bir pozisyonda görünme. Üçünün de kanuni müeyyidesi yoktur.

Adam hastanede paspasçıdır, yeşil önlüğü giydiği gibi (doğumhane kapısında) cerrah pozunda gezinir. Adam konsoloslukta sekreterdir, restorana ‘Konsolos Bey’ adına rezervasyon yaptırır. Adam otobüs şoförüdür, üniforması pilot üniformasının aynısı, unvanı ‘kaptan pilot’tur. Adam başbakandır, protokolde kendisinden önce gelene dirsek atıp devlet başkanlarıyla Bir Numara imiş gibi muhatap olmak ister.

Adam ölü yıkayıcıdır, vaizdir, 'bilim, sanat, eğitim, veya atletizmde olağanüstü yeteneği ulusal ve uluslararası alanda ispatlanmış özel yetenek ‘ kontenjanından Amerikan vizesi almak ister.

Adam ferah fahur seks yapabilmek için tarikat kurmuştur, müridlerinin yazdıkları/çevirdikleriyle kuşe kapak kitap basıp ‘akademisyen’ donuna bürünmeye çalışır.

Bu cins adem, artık açıktan kendisine ‘profesör’ unvanı da veremeyeceğine göre, bari ‘hoca’ dedirtir ki, hem islamcı kesime mesajını çakar, hem akademisyenlik mastürbasyonunu yapar.

Bu tür insan evladı, psikolojik sorunlarından dolayı aşağılık kompleksiyle boğuşurken, güç-iktidar adına eline silah dahil ne geçirirse, aynada gördüğü zayıf imajını güçlendirmek için kullanır. İktidarlarını kanıtlanmış yetenekler, beceriler üzerine kuramayanlar, temelsiz, haybeden bir kibir/gurur üzerine kurarlar.

Avam arasında en yaygın hitap şekillerinin ‘Müdürüm’, ‘Şefim’, ‘Amirim’, ‘Reis’ vs. olması, ahalinin birbirinin ‘unvan/makam/güç-iktidar’ açlığını bilip, birbirinin egosunu okşamasındandır. Namus davaları da bu haybeden gurur - onur boku kategorisindedir.

Bu afra tafra, yetki aşımı, gücün kötüye kullanılması, zayıfı ezme, altındakini psikolojik yıldırma, olduğundan farklı ve üstün görünme yoluyla kendini ispatlama çabası, içinde büyük ölçüde sadizm de barındırır.

Adam tutar ‘Ergenlik yaşı 9-10’a indi’ diye beyan verir, hiç birimiz çıkıp ‘Kardeşim biyolog musun? Paleontolog musun? Evrim sürecinde böyle bir değişim oldu da bunu tesbit etmek de sana mı nasip oldu?’ diye sormayız.

Recep Bey de imam hatip üstü iktisat (ki pilav üstü kuru değil de daha bir taşlı bulgur üstü kurtlu mercimek durumdur) okumuştur ama mikrofonlara ‘Ben Savcıyım’ der.

İnsan evladının bilgisinin ve yetkisinin sınırlarını, yani haddini aşmasının hergün sonsuz sayıda örnekleriyle karşılaşırız.

Mesela, bencileyin domestik bir ev kadınının köşe yazarı olmaya kalkması da bu ‘haddini bilmeme’ faslındandır. Kanuni müeyyidesi yoktur, legaldir.

Derin devlet’ dedikleri de esasen budur. Kamu’daki ruh sağlığı bozuk bazı fındık beyinli adamların entelektüel sığlığı... işlerinin sınırlarını ‘kriminal’ tanımına girecek ölçüde esnetmeleri... kendilerinde asla olmayan yetkileri vehmedip, görev sınırlarının belirsizliğinden istifade ellerindeki gücü (iktidarı) kötüye kullanmaları...kuralsız keyfilik... sadizm... büyük görünme arzusu ve bu yaptıklarının bir müeyyidesi olmadığını bilmeleri. Bence derin devlet başka birşey değildir.

Bence ‘hasta’ devlet de bu!

Bu itibarla, Mardin Zangırt Köyü’ndeki ufak çaplı soykırımın katilleri; yetki aşımı, gücün kötüye kullanımı, güçlünün güçsüzü ezmesi, psikolojik yıldırma kombinasyonunun en uç ve en vahim örnekleridir.

Fakaaaaat, bu ülkeyi yedi yıldır;

halktan (YSK’nın bilgisayar verilerini parmaklayıp) aldığı yetkinin sınırlarını sürekli aşarak iktidarda kalabilen,

gücünü (iktidarını) kendisinin ve yakınlarının maddi menfaatleri için kullanan,

keyfi ve anlık kararlarla yalpalaya yalpalaya Türkiye’yi yönetmeye çalışan,

güçsüz bellediğini ezen-sindiren-azarlayan-kovan,

muhalifler üzerinde dalga dalga psikolojik yıldırma operasyonları yapan bir partinin yönettiğini düşündüğümüzde, Zangırt köyü katliamı basit bir ‘gücün (bu durumda verilen silahın) kötüye kullanılması’ olayı olarak da değerlendirilebilir. Dansçının tokatlanması, öğretmenin, gazetecinin dövülmesi, vatandaşa sövülmesi gibi basit bir güç suistimali olayı.

Yazının başında, ruh sağlığı bozuk, bilgisiz ve bağnaz kafanın, eline geçirdiği gücü toplum yararına kullanması ihtimali çok düşüktürdemişiz. Vazgeçiyoruz ‘imkansızdır’ diyoruz.
http://www.karaozu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=331